19 Nisan 2015 Pazar

Sevgili Hapishanelerimiz

İnsan gençken daha köşeli oluyor… Fiziksel bedenimizi kasdetmiyorum tabii ki. Anlatmak istediğim,  zihnimizde varolan ve davranış olarak dışarıya yansıyan köşeler.

Belki haklıyız da, bluğ çağımızdan başlayan bir ”kendine yer edinme” kaygısı ile  sürekli kendimizi tanımlamaya ve hayatın içinde konumlandırmaya çalışıyoruz. Kendimizi tanımlamak için kullandığımız her ifadenin aslında  hayatın içinde kendimizi hapsettiğimiz açıkhava hapishanesinin duvarları olduğunu ilerleyen yaşlarda ( o da belki ) farkedebiliyoruz. 
Farkeden şanslılar duvarları indirmek için harekete geçiyor, ancak, heyhat! Duvarların dışında gençlikteki seçenekler kalmamış oluyor...
Bir film seyretmiştim yıllar önce, çok genç yaşlarda hapishaneye giren bir adam, cezası bitip hapishane duvarlarının dışına çıkacağı gün yaklaştıkça bunalıma girmişti. Çok ironik ama, kendini o hapishane ve mahkum kimliği dışında düşündüğünde bile o kadar güvensiz hissediyordu ki bu gerginlik onu hasta etti. İşin acı tarafı hapishaneden çıkıp özgürlüğüne kavuştuğu gün, intihar ederek yaşamına son verdi.

Biz de kendi kurduğumuz hapishanelerde kendimizi o kadar güvende hissediyoruz ki,  duvarlarımızın dışında gözüken herşeyi, neler kaçırdığımızı aklımıza bile getirmeden  reddediyoruz.

Bir insanın hayatında başına gelebilecek en kötü şeylerden biri, ilerleyen yaşlarında ”keşke” ile başlayan cümleler kurmaktır. Bu cümlelerden oluşan, yani pişmanlıklarla dolu bir hayatı kim ister ki? Hiç kimse diyorsunuz değil mi?  Peki nasıl oluyor da hiç kimsenin istemediği bu tuzağa tuhaf bir şekilde neredeyse herkes düşüyor ve bundan nasıl korunabiliriz?

Programlarım sırasında karşılaştığım bazı katılımcılar o kadar geleceklerinden ümidi kesmiş, hayatlarından bezmiş oluyorlar ki, üzülüyorum. Bir hayatı harcamak bu kadar kolay mı olmalı. 

Bu yüzden hiç bıkmadan şu cümleyi tekrarlamaya devam ediyorum: Dışarıda ne olup bittiği değil, sizin içinizde ne olup bittiği önemli. Olayları algılayışımız ve tepkimiz kafamızda olan bitenlerden kaynaklanıyor. Bu yüzden aynı durum karşısında herbirimiz farklı tepkiler veriyoruz ve    hayatımız tepkilerimizin toplamından oluştuğuna göre, aslında hayatımızı değiştirmek için ne yapabileceğimiz gayet açık gibi. 

Kafamızın içinde, düşünce sistemimizde, inançlarımızda yapacağımız her türlü değişiklik tepkilerimize yansıyacaktır. 

Ancak, yine ne tuhaf ki herbirimiz karşımızdakinin ya da koşulların değişmesini ısrarla talep ederken, kendimizde değişiklik yapmaya hiç gönüllü değiliz... 

Öte yandan ne yapsak yaşadıklarımızın değişmeyeceğine dair öyle katı inançlarımız var ve  hiçbirşey yapamayacağımıza o kadar yürekten inanıyoruz ki bizi engellemesi için kendimizden başka hiç kimseye ihtiyaç yok...

Bir başka ortak önyargımız ise, hayatlarının bizden iyi olduğunu düşündüğümüz insanların  ne kadar ''şanslı''olduğu konusunda. 

Arabayı severek  kullananlar bilirler ki  arabada kendimizi en rahat ve güvende  hissettiğimiz yer sürücü koltuğudur. Hayat da bizim arabamız gibidir.  Araba da bile sürücü koltuğunu bırakmazken hayatımızda nasıl bu kadar rahat başkalarına bırakıyoruz idareyi. 
Sakın sorumluluktan kaçmak istiyor olmayalım...

Kendinize bir küçük iyilik yapın ve hemen bugün neyin değişmesini istiyorsanız o konuda sorumluluk alma ve kendi ödevinize çalışma kararı alın.  Cesaretiniz kırmak isteyenlere ve ”olmaz ki şarkısı” söyleyenlere ise aldırmayın, başardığınızda arkanızdan  ”şanslı” diyecek olanlar da onlar.

Yok eğer hayatınızın ”keşke” ile başlayan cümlelerden oluşmasını istiyorsanız bırakın sürücü koltuğunu başkalarına. Ama, sonra şikayetçi olmak, hayat bana neler yaptı demek yok.
A.Nuray Ayaroğlu
İstanbul, 2005

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder