Raflar dolusu kitap, her birinin başına “empatik” sözcüğü eklenmiş seminerler hep aynı şeyi anlatıyor. Önerdikleri yöntem de aşağı yukarı aynı: Kendinizi karşınızdakinin yerine koyacaksınız ve böylece onu daha iyi anlayabileceksiniz. Yabancı dilden çeviri daha süslü söylemler de var, karşınızdaki kişinin ayakkabılarını giymek gibi...
Sizce de empatiyi konuştuğumuzun yüzde onu kadar uygulasak hayatımızin her alanı daha farklı olmaz mı?
Bazı kavramlar vardır ki, hakkında konuşurken ya da başkalarına akıl verirken hiçbirimiz mangalda kül bırakmayız. Ancak, iş hayata geçirmeye gelince pek çoğumuz sınıfta kalırız. Empati de konuşması kolay, uygulaması en zor kavramlardan biri bana göre. Bu yüzden duyduğumda inanmakta zorluk çekiyorum.
Uygulamanın neden zor olduğunu anlamak için sözlükte empati sözcüğünün karşılığına bakmak yeterli. Empatinin sözlüklerdeki karşılığı; bir başkasının ne hissettiğini anlayabilmek yetisi. Bu kısacık cümle içinde iki önemli cümlecik barındırıyor:
Öncelikle, “bir başkasının ne hissettiğini” diyerek, bir başkasının, aynı durum karşısında, benim hissettiğimden farklı bir şey hissediyor olabileceği olasılığını hayatın gerçeklerinden biri olarak kabul ettiğimi ifade ediyorum.
Bizim en büyük iletişim kazalarımız zaten bunu kabul etmeyişimizden kaynaklanmıyor mu? Her tartışmada en sık duyduğumuz ya da sarfettiğimiz sözler “sana öyle geliyor” şeklinde değil mi? Sonrasında da “olur mu canım öyle şey” ya da “saçmalık” anlamına gelen sözcükleri tartışma ortamına göre değişen şekillerde bazen daha kaba, bazen daha zarif, bazen daha politik olarak söylemiyor muyuz?
Ve aslında hiç farkında olmadan çok doğru bir tespit yapıyoruz. Evet, ona öyle geliyor, zaten önemli olan da ona nasıl geldiği. Çünki; ortaya koyduğu tavrı bu belirliyor.
Hepimizin duygularımızla ilgili olarak ihtiyaç duyduğu geribesleme onaylanmak iken, hepimizin aynı anda bu geribeslemeyi alması için ön koşul nedir sizce? İnsan gibi herbiri biribirinden ayrı olduğu gibi, herbiri kendi içinde de sürekli değişen varlıklar arasında böyle bir durum olası olabilir mi?
Duyguların mekanizması hakkında düşünerek başlayalım. (Duygu ve mekanik gibi zıt anlamlı iki sözcüğün nasıl birarada olabildiğini de sonra ayrıca konuşmak gerek.)
En kestirme ve basit anlatımıyla, yaşadıklarımız karşısında hissettiklerimiz, tümüyle deneyimlerimizden kaynaklanmakta. Ya da bir başka deyişle, duyduklarımız, gördüklerimiz, öğrendiklerimiz ve yaşadıklarımızdan oluşan zihinsel kayıtlar, karşılaştığımız durumlar karşısında hissedeceklerimizi neredeyse otomatik olarak belirlemekte.
Doğal olarak hiçbirimizin kayıtları bir diğerininki ile tıpatıp aynı değil. Bu yüzden, aynı koşullarda, aynı durumlarla karşılaşmış olsak bile bu durumlar karşısında hissettiklerimiz farklı olabiliyor. Babalarını kaybeden ikiz kardeşlerin bu kayıp karşısında farklı tepkiler vermesi gibi...
Başa dönmek gerekirse, önce herkesin deneyimlerine saygı duyduğumu ifade ederek başlıyorum empatiyi tanımlamaya ve arkadan ikinci cümlecik geliyor. “... anlayabilmek yetisi”.
Yani bir de bu duyguları anlayabilme becerim olduğunu ekliyorum. Bu kadar basit anlatılabildiği ve anlatırken çok aklımıza yattığı halde nasıl oluyor da farklı duyguları anlamakta ve anlayışla karşılamakta bu kadar zorlanıyoruz.
Temel sebep bu farklılıkları zenginlik değil de anlaşmazlık diye algılıyor olmamız ki, bu da başka bir yazı konusu...
Özcümle herşeyin başına “empati” sözcüğünü bu kadar kolay eklemeyelim bence. Öte yandan bu konuda kaydedeceğimiz en küçük gelişim hayatımıza zenginlik olarak yansıyacaktır bunu da bilelim.
Ve son bir hatırlatma, sakın olaki empatiyi “sabır göstermek” ile eşleştirmeyelim. Sabır, içinde olumsuzluk barındıran bir sözcüktür. Birincisi, ''sabır göstermek'', zorunlu olduğumuzu hissettiğimizde sergilediğimiz bir tavırdır. İkincisi de insan kendisine ters, kötü, uygunsuz gelen şeylere sabreder, üstelikte bir sonu vardır, tahammül sınırları giderek zorlanır hatta bu zorlama insanı hasta bile edebilir.
Hepimizin hayata açılan – ne kadar geniş olursa olsun- bir tek penceresi var. Empati hayatın sizin pencerenizden gözükmeyen manzaralarını da görmenizi sağlayan ve sizi zenginleştiren bir yaklaşımdır, yüzde yüzü yakalayamasak da ne kadarını becerebilsek kardır...
A.Nuray Ayaroğlu
İstanbul,2006